Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer
Psikoloji; İletişim, İlişkiler
Prof. Dr. Kürşat Şahin Yıldırımer
Psikoloji; İletişim, İlişkiler
Blog & Duyurular

Kaygı Bozukluğu EMDR  Refleksoloji ve Psikoterapi Yaklaşımları

20 Ekim 2025
Kaygı Bozukluğu EMDR  Refleksoloji ve Psikoterapi Yaklaşımları

Kaygı, insan yaşamının en temel duygusal deneyimlerinden biridir. Evrimsel açıdan bakıldığında, insanın hayatta kalma becerisinin bir uzantısı olarak gelişmiş, tehlikelere karşı uyarı veren biyolojik bir mekanizmadır. Fakat modern çağda bu mekanizma, artık yalnızca hayatta kalmak için değil, sürekli bir performans hâlini sürdürmek için devrededir. Yoğun iş temposu, bitmeyen hedefler, sosyal medyanın yarattığı mükemmeliyet algısı ve ekonomik baskılar bireyin zihinsel yükünü artırarak onu sürekli bir alarm hâlinde tutar. Günümüzde kaygı bozukluğu, yalnızca bireysel bir problem değil, toplumsal bir olgu hâline gelmiştir. İnsanlar artık tehlike karşısında değil; belirsizlik karşısında kaygı duymaktadır. Bu belirsizlik, ilişkilerden kariyere, kimlikten geleceğe kadar uzanır. Kaygının temelinde ise kontrol kaybı korkusu ve “yetersiz olma” endişesi yatar. Kişi, zihinsel olarak kendini güvende hissetmediğinde, bedeni de bu tehdit algısına fiziksel tepkilerle karşılık verir.

Psikoloji literatüründe kaygı, gerçek bir tehlike olmaksızın tehdit algısına verilen duygusal tepki olarak tanımlanır (APA, 2022). Birey, geleceğe dair olumsuz senaryoları zihin ekranına yansıtır ve bu senaryolar gerçekmiş gibi bir stres yanıtı üretir. Bu durum uzun sürdüğünde, kaygı artık bir duygu olmaktan çıkar ve kişilik yapısına işlemiş kronik bir hâl alır. Modern toplumun “sürekli meşgul” insanı, aslında kendi içindeki sessizlikten kaçarken kaygının kucağına düşer.

Bu yazımızda biyolojik, psikososyal ve bilişsel başlıklar altında olası nedenler geniş biçimde ele alınmaktadır.

Kaygının Özünde Yatan Dinamikler

Kaygı; bilinçdışı çatışmaların, bastırılmış korkuların ve öğrenilmiş çaresizliklerin bir bileşimidir. Freud’a (1926) göre, kaygı ego’nun bastırılmış dürtülerle başa çıkma çabasıdır. Yani kaygı, zihnin alarm sistemi kadar, ruhun içsel bir uyarı mekanizmasıdır. Beck (1976) ise kaygıyı bilişsel çarpıtmalarla açıklar: kişi olumsuz olayları felaketleştirir, sonuçları geneller ve kontrol edemediği durumları tehdit olarak algılar.

Nöropsikolojik açıdan bakıldığında, kaygı sırasında amigdala aşırı aktif hâle gelirken, prefrontal korteks (mantıksal düşünmeden sorumlu bölge) işlevini yitirir. Yani birey, duygusal fırtına içinde akılcı düşünme yetisini geçici olarak kaybeder (LeDoux, 2012). Bu durum bedensel olarak; kalp çarpıntısı, kas gerginliği, terleme, titreme ve mide sorunlarıyla kendini gösterir.

Etkin & Wager (2007) tarafından yapılan çalışmalar, kaygının beyinde “tehdit algısı devreleri”ni sürekli aktif tuttuğunu ve kişinin dış dünyadan gelen uyarılara aşırı duyarlı hâle geldiğini ortaya koymuştur. Uzun vadede bu durum, duygusal tükenme, dikkat bozukluğu, uykusuzluk ve sosyal geri çekilme gibi sonuçlar doğurur.

Kaygı Üzerine Uygulanabilecek Çalışmalar

 Farkındalık Temelli Yaklaşımlar ve Nefes Egzersizleri

Farkındalık (mindfulness), bireyin anda kalmasını, duygularını yargılamadan gözlemlemesini ve düşüncelerle özdeşleşmemesini sağlar. Kabat-Zinn (1990) tarafından geliştirilen “Farkındalık Temelli Stres Azaltma Programı” (MBSR), kaygı düzeylerinde önemli azalmalar sağlamaktadır. Düzenli yapılan nefes çalışmaları, vagus sinirini aktive ederek kalp atım hızını düzenler ve parasempatik sistemin devreye girmesini sağlar. Böylece beden, “savaş ya da kaç” modundan “dinlen ve sindir” moduna geçer.

Bakınız: İçsel Çocuğunuzun Yaraları: Geçmişten Gelen Acıları İyileştirme Sanatı

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)

BDT, kaygı bozukluklarında altın standart olarak kabul edilir (Hofmann et al., 2012). Bu terapi, bireyin çarpıtılmış düşüncelerini fark etmesine, onları sorgulamasına ve daha gerçekçi düşüncelerle değiştirmesine odaklanır. Terapide “otomatik düşünceler” analiz edilir, “bilişsel yeniden yapılandırma” yapılır ve davranışsal deneyimlerle yeni öğrenmeler pekiştirilir. BDT, kaygı döngüsünü kırmada bilimsel olarak kanıtlanmış en etkili yöntemlerden biridir.

EMDR Terapisi ve Kaygının Yeniden İşlenmesi

EMDR (Eye Movement Desensitization and Reprocessing – Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme), beynin bilgiyi işleme sistemini doğal hâline döndürmeyi hedefleyen güçlü bir terapidir (Shapiro, 1989). Kaygı bozukluklarının büyük bir kısmı, geçmişte yaşanmış duygusal deneyimlerin zihinde tamamlanamamasından kaynaklanır. EMDR, bu “donmuş anıları” yeniden işler ve duygusal yoğunluğunu azaltır.

EMDR sürecinde birey, kaygı uyandıran anıyı zihinde canlandırırken, terapist çift yönlü göz hareketleri veya dokunsal uyarılarla beynin iki yarım küresini eşzamanlı olarak aktive eder. Bu süreç, beynin travmatik anıya ilişkin bilgiyi yeniden yapılandırmasını sağlar. Yapılan çalışmalar, EMDR’nin yalnızca travma sonrası stres bozukluğu değil; yaygın kaygı, panik atak ve performans kaygısı gibi bozukluklarda da etkili olduğunu göstermiştir (Chen et al., 2018).

Bakınız: EMDR Nedir? Depresyon ve Anksiyetede Kullanımı

EMDR terapisi, bireyin geçmişte donmuş korkularını çözerek şimdiki zamana taşıdığı yüklerden özgürleşmesini sağlar. Bu, sadece bir tedavi değil; aynı zamanda bir duygusal yeniden doğuş sürecidir.

Refleksoloji ile Bedenden Zihne Giden Sessiz İyileşme

Refleksoloji, kaygının bedensel boyutuna odaklanan tamamlayıcı bir yöntemdir. Ayak tabanındaki refleks noktaları aracılığıyla sinir sistemine gönderilen uyarılar, bedensel gevşemeyi destekler. McCullough (2015), refleksolojinin kortizol seviyesini düşürdüğünü, nabız ve kan basıncını düzenlediğini ve bireylerde anlamlı bir rahatlama sağladığını göstermiştir.

Psikolojik kaygıların bedensel karşılığı çoğu zaman kas gerginliği, mide ağrısı veya nefes darlığı olarak ortaya çıkar. Refleksoloji, bu bedensel blokajları çözerek kişinin sinir sistemini regüle eder. Psikoterapiyle birlikte kullanıldığında, bireyin hem zihinsel hem de bedensel iyileşmesini hızlandırır. Refleksoloji, yalnızca bir rahatlama yöntemi değil; bedenin kendi iyileşme kapasitesini hatırlamasına yardımcı olan doğal bir dengeleme sürecidir.

 Sonuç olarak; Kaygıyı Bastırmak Değil, Onu Dönüştürmek

Kaygı, yaşamdan kaçmak isteyen bir sinyal değil; yaşamla yeniden bağlantı kurmak isteyen bir çağrıdır. Onu yok etmeye çalışmak, bir gölgenin peşinden koşmak gibidir. Gerçek iyileşme, kaygıyı bastırmakta değil, onu anlamlandırmakta başlar.

Kaygı bize, görmezden geldiğimiz duyguları, yarım kalmış deneyimleri ve yaşamın hızında unuttuğumuz yönlerimizi hatırlatır. Bu nedenle kaygı, düşman değil bir öğretmendir. Zihnin karanlık odasında yankılanan bu öğretmen, bize “artık kendinle ilgilenme zamanı” der.

Psikoterapi, EMDR ve refleksoloji gibi bilimsel ve bütüncül yaklaşımlar; kaygıyı bir hastalık olarak değil, bir içsel dönüşüm fırsatı olarak ele alır. Bu yöntemler, bireyin hem ruhsal hem bedensel farkındalığını artırır; onu duygusal dayanıklılığa, içsel dengeye ve yaşamla yeniden uyuma taşır.

Kaygıdan kurtulmak değil, kaygı ile barış içinde yaşamak mümkündür. Çünkü insan, korkularıyla yüzleştiğinde büyür; kaygısını anlamlandırdığında özgürleşir.

Hayatın temposu ne kadar hızlı olursa olsun, her insanın içinde bir sessizlik vardır. O sessizliğe ulaşmak için bazen terapötik bir rehberlik, bazen bir nefes, bazen de kalpten gelen bir farkındalık yeterlidir.

Kaygıdan iyileşme süreci, dış dünyayı susturmak değil, iç sesimizi duymayı öğrenmektir. Çünkü huzur, kaygısızlıkta değil; kaygının içinden geçerek olgunlaşan bilinçte saklıdır.

Ancak, bu yaklaşımlar bireysel olarak değil, uzman bir hekim kontrolünde ve yönlendirilmesiyle uygulanmalıdır. Psikolojik destek çalışmaları yalnızca alanında uzmanlaşmış klinik psikologlar tarafından yürütülmeli, fizyolojik yöntemler ise ilgili sağlık profesyonellerinin önerileri doğrultusunda değerlendirilmelidir.

Kaynakça

  • American Psychological Association. (2022). Diagnostic and statistical manual of mental disorders (5th ed., text rev.). APA Publishing.
  • Beck, A. T. (1976). Cognitive therapy and the emotional disorders. International Universities Press.
  • Chen, Y., Zhang, Y., & Liu, X. (2018). The effectiveness of EMDR in anxiety disorders: A meta-analysis. Journal of Anxiety Disorders, 55, 70–80.
  • Etkin, A., & Wager, T. D. (2007). Functional neuroimaging of anxiety: A meta-analysis of emotional processing in PTSD, social anxiety, and specific phobia. American Journal of Psychiatry, 164(10), 1476–1488.
  • Freud, S. (1926). Inhibitions, symptoms and anxiety. Hogarth Press.
  • Hofmann, S. G., Asnaani, A., Vonk, I. J., Sawyer, A. T., & Fang, A. (2012). The efficacy of cognitive behavioral therapy: A review of meta-analyses. Cognitive Therapy and Research, 36(5), 427–440.
  • Kabat-Zinn, J. (1990). Full catastrophe living: Using the wisdom of your body and mind to face stress, pain, and illness. Delta.
  • LeDoux, J. (2012). The emotional brain: The mysterious underpinnings of emotional life. Simon & Schuster.
  • McCullough, M. (2015). Reflexology and stress reduction: Evidence-based practice. Complementary Therapies in Clinical Practice, 21(3), 183–189.
  • Shapiro, F. (1989). Efficacy of the eye movement desensitization procedure in the treatment of traumatic memories. Journal of Traumatic Stress, 2(2), 199–223.